öykücük

yıllardır bir arkadaşımla bir oyun oynarız. birbirimize 5 kelime verir, ondan bir öykü yazarız.
-henüz icazet almadım ama- izniyle birini burda imdi yayımlamak isterim. kimbilir belki peyderpey diğerlerini de paylaşırım...
__________________________________________________________________________________
kelimeler: üfürük, ph değeri, çengi, yalpalamak.,de çörek otu..


zaman kavramı o dünya için pek de değerli bir olgu değildi. dünya sıkıştıkça, insanların bir çok şeyi yapma yeteneği azalınca ve de bunlara bir paye biçmek gerekince insanlar etraftakilerin en kolayına sarıldılar: zamanın yokluğuna... ve bu devirde yokluktan ortaya çıktı zaman kavramı, var olanın yokluğundan değil.
zamansızlığın ortasında, 17. yüzyılın herhangi bir anında, rıza efendi, evveli istanbulun bildiği adıyla oduncu rıza, masaya rakı dublesinin dibimi vurup, tek hamlede mideye indirdi. torunlarının çokça sonra bulacağı ph değerinden, nanenin ve sarımsağın bünyeye faydasından habersiz; ekşice haydarisinden bir kaşık aldı. çörek otunun keşfinden, ateşin bulunuşundan ve hamurun içine peynirin konmasından pek çok sonralarıydı belki, ama çörek otu hiç bir yiyeceğe zamanın herhangi bir diliminde, poğaça kadar yakışmamıştı. rakının yanında çörek yemek pek adetten değil de, galatanın orta yerinde, cenevizlilerin havyalarına, venediklilerin türlü mezelerine rastlanmazdı. olacak şey miydi, padişah sofrasındaki mezelere rıza efendi yaklaşsın.

rakısından bir kez daha kaldırdı, arkadan gelen derin musikiye ve ritmine uymuş çenginin parmak şakırtılarına aldırış etmeden şalgamından bir yudum daha aldı..
oturduğundan beri içine saplanan ağrı arttı birden.. akşamdan beri o şalgamı yudum yudum götürüyor, her yudumda içinde zehir olduğunu biliyor ama aldırış etmiyordu. kamilin yerinde her gece içerdi şalgamı da, hiç bu akşamki gibi tortu olmazdı bardağın dibinde. kamil yiyeceğin de içeceğin de hasını getirirdi hep. az dinlenince şalgamın dibine çöken beyaz, çok da şaşılacak değildi elbet..
geçen hafta takıştığı, istanbula nam salmış bitirim ziya öldürecekti onu elbet.. ha bugündü, ha yarın ne fark ederdi ki. arkasından vurmasın, mertlik beklenmezdi de en azından o kadar kalleş olmasın ona yeterdi. ha bugün,ha yarın. önünde sonunda öldürmeyecek mi ziya. rakısından bir yudum daha aldı, bir üfürükte ziyanın sülalesini küfrü fırlattı. zehir dediğin padişahların sofrasında olmaz mıydı? belli ki değer vermiş dedi, birden içi ısındı ziyaya. maktülün katile olan sevgisi, katil kavramının çıkışından binyıllar sonra tekerrür etmişti bir daha.
tüfeğin, siyanürün ve şarbonun icadından çok çok önce, oduncu rıza masadan kalktı, yalpalayarak attığı bir kaç adımdan sonra kamilin masasına bir deste para bıraktı, eyvallah çekip evinin yolunu tuttu.. bu gece bedenine veda edecek olmanın bilinciyle, galata kulesinin yanından son bir kez geçti. allah biliyor ya, her gece geçerdi burdan da, yıldızlar hiç bu kadar yakın gelmemişti. yürünmesi gereken ışık böyle olsa gerekti.
ilk günahtan milyonlarca yıl sonra, karlı bir kış gecesinde, adının bir daha anılmayacağını bilerek, bir rıza efendi sırat köprüsünü geçti. zamansızlığın ortasında dahi olsa ,her ölüm erken ölüm müdür?

1 yorum: