Paradoks

Paradoks bayım, paradoks.
Millet pardokstan kaçar, biz içimize çekiyoruz. Shrodinger’e selam çakıyor, kedisinin patilerinden öpüyoruz.
İçinde para geçen her şey gibi paradoks da berbat bir kelimedir bayım. Paraya dokun eller artık temiz değildir. Çocukluk paraya dokununca biter, gençlik ise paradoksa dokununca.
 Selin bayım, Selin. Selin benim en büyük paradoksumun adı.
Geçen haftasonu yakın bir arkadaşımla, Sercan’la, bir bara gittik. Birkaç bira, mısır, sohbet. Önce yanımıza 70 yaşında bir hanımefendi ile kızı oturdu. Bize bir şeyler söylediler, gündem,demokrasi, seçimler, nesiller falan derken hanımefendi kendini yorgun hissettiği için erken ayrıldılar. Sercan, her zamanki modunda, “şu senyoritaları masaya davet edelim mi” dedi. Elbette olur Sercan demeye kalmadan barın sahibi bir adamla kızı şak diye yanımıza oturttu, o dakikadan sonra aklım o masadan hiç kalkmadı.
Nasılsınız, iyisiniz, hangi takım, Madrid, siz, ben de, ama bu sene ayrı bir iyi oynuyor takım, evet, çok iyi. Ne iş yapıyorsunuz, öğretmenim, a harikaymış, ne öğretmeni, yabancı dil, oh oh süper. Siz ne kadar zamandır berabersiniz?
<<Pause. Zaman kavramına hepimiz aşinayız. Daha küçüklükten beri zamanla birlikte büyüdük. Ezan okundu, oyunu bırakıp eve döndük, çizgi filmler yayın akışına bağlı olarak belirli bir zamanda bitti, sabahları geç kaldın diyerek kaldırılıp –zorla- kahvaltı masasına oturtulduk, ders başladı, öğretmen geç kaldın diye kızdı, ders bitti, tenefüs başladı, tenefüs bitti, tenefüs hep çok hızlı bitti. Hep geç kaldık, onlar hep erken geldiler, biz hep geç kaldık. Daha saate bakıp sayıları okuyamadan bir şekilde bir yerlere geç kaldığımızı öğrendik.
Zaman harika bir kavram. Her zaman orada olduğunu,ileriye doğru gittiğini biliyorsun ama aslında gerçekten ne olduğunu hiçbir zaman anlamıyorsun. İlla mekanik, elektronik bir aletlere bakıyoruz, onları kola, cebe, duvara asıyoruz; hareket ettiğini görünce bir rahatlama yaşıyoruz,oh ne güzel zaman durmamış. Bazen sayılar değişmiyor, akrep yelkovan ikilisi dans etmiyor, zamanın durduğundan şüphe etmiyoruz, pili değiştirmedik ya da kurmayı unuttuk diyoruz. Suçu hep üzerimize alıyoruz, zaman hep suçsuz kalıyorlar. Adamın biri söylemişti, zaman denen şey dünyanın her yerinde aynı hızda hareket ediyormuş. Dünyanın öbür ucundaki bir saatle kolumdaki aynı sayıları göstermiyormuş, ama zamanın hızı orada da aynıymış. Hatta dünyayı bu yüzden portakal gibi dikine dikine çizmişler, meridyenler her yeri basmış, bazen mavi bazen beyaz çizmişler, neden öyle dedik, en iyisi buna boylam diyelim demişler, meridyensiz hesap yapamaz olmuşlar, ilkokulda çocuklara öğretmişler, o kadar kafayı takmışlar ki meridyenlere, dünya bu mahçubiyetin altında kaybolmuş, yerinde dilimlere ayrılmış bir portakal kalmış.
Einstain çok kafa yordu bu işlere, saymakla bitmez adamı karşısına aldı, düşün düşün, yaz yaz, sıkıntı sıkıntı, sonunda bir deri bir kemik kaldı. Be hey kolay mı be koskaca zamanla uğraşmak. Ey büyük EINSTAIN, dursun zaman diyorsun da, oyun değil ki yaşamak. Dünyanın gözünü açtı sonunda, hocam ne yaptın, dünya gözü kapalı, sağır ve dilsiz iyiydi, “ey ahali bakın söylediğniz doğrudur, dünyanın her yerinde zaman aynı hızda akar fakat geniş düşünün, dünyanın dışında ne olur, elbet zamanın da farklı hızla aktığı görülür” dedi.Einstain hep şiir gibi konuşurmuş, bir kadından duymuştum. Bilim dünyası söylediklerini anında anladı, zaman kesinlikle sıvıdır ve hep akar.Başka gezegenlerde katı olarak da görülebilirmiş.
Ben şanslı doğan nesildenim, Einstain benden önce söyledi hepsini.
Sorumla, işte tam da o soruyla, (Siz ne kadar zamandır berabersiniz?), Einstein’ı anladım ve uzay boşluğundaki sonsuz yolculuğuma çıktım.
Zaman sonsuz bir yavaşlıkta akmaya başladı.
İnsan beyni, yalnızca bir –normal- saniye içinde milyonlarca farklı şey düşünebilir. O düşünceler o kadar hızlıdır ki bizim takip etmemiz imkansızdır. Bu durumda yapmanız gereken şey, ya onların hızına çıkmak ya da onları yavaşlatmaktır. İşte bu soru-zaman-cevap sürekliliğinde zaman o kadar yavaşladı ki ben teker teker düşüncelerimi takip eder hale geldim.
-Belki arkadaşıdır.Evet, kesin kanka bunlar.
-Abisi de olabilir.
-Dayısı? -Sanmam,
-Kuzeni olabilir mi acaba? Mümkün.
-Parmağında yüzük yok. Oh.
-Kütüphanede tanışmışlardır heralde. Yok ya bu adamın kitaplarla ne işi olur.
-Belki kapıda tanışmışlardır. Damsız giriliyor muydu? Arabayla geldik dedi. Araba kapısında mı tanışmışlar?
-Okuldan arkadaşlarmış, eski günleri anmak için buluşmuşlar.
-Bu kızın yanında bu adam, mümküm değil.
-Alt komşu. Olasılık düşük. Bizim alt kattakiyle ben kaç kere içemeye çıktım? Hiç. Zaten ben zemin katta oturuyorum. Pause end.>>
Selin gözümün içine bakıyor. Gözlerim, istemsiz olarak gözlerinden saçlarına doğru kayıyor. Tanrım, ilk önce selini mi yarattın, insanlığın en üst prototipi mi karşımdaki, yoksa Nietszce’nin üst-insanı mı, tanrım kleoptatra gerçekten var mıydı, varsa onunla selin arasındaki 7 farkı sayabailir misin? Saçların güzel olduğu nasıl anlaşılır bilmiyorum ama dünyanın en güzel saçlarının bunlar olduğunu,saçların çoğul olduğunu, hiçbir şampuanın, sabunun, gıdanın ve boyanın ve hatta hiçbir çiçeğin de bu kadar güzel kokmadığını biliyorum. Süskind’in kitabından fırlamadığım için kendimi şanslı hissediyorum.Gogol’un paltosuna gidiyor aklım, uçuyor. Aklım geri geliyor, taş gibi verdik, keşkül gibi geri geldi.
Selin’in dudağı cevap vermek üzere ilk hareketine başlıyor, dudağının yanağıyla birleştiği yerde uyumak istiyorum, "meğer burası benim evimmiş" demek istiyorum. Yanaklarındaki kaslar belli belirsiz hareket ediyor..
Dur Selin söyleme.
Vereceğin cevabı kaldıramayabilirim. Bir cevap beklemekle, verilecek cevaba hazır olunmuyor. Çok hazırlıksız yakalandık be. Öyle dalmışım ki gözlere, hiçbir önlem alamadık, cevap geldi, kalemin kapılarına dayandı komutanım, koç başlarıyla kırmaya çalışıyorlar, kapıları ve kalpleri. Hissediyorum komutanım, kötü şeyler olacak.Çocuklara bir şey olmasa bari.
Selin dur. Hani sen talihimi yenmeme yardım edecek olandın. Hani O’ydun. Talihimi oymana az kaldı. Ne güzeldi halbuki bana söz verilen o talih. Bir battaniye altında sıcak sıcak, sarılarak, bir film izlerdik belki. Dört tekerli bir araba alırdık. İki odalı bir evin taksitlerine girerdik. Maaşımız yabancı paralar, krediler ve enflasyon karşısında erirdi ama biz hep güçlenirdik. Bir çocuğumuz olurdu belki. Kız olsa baleye gönderirdik,erkek olursa basketbola, bu arada biz de belki bir spor salonuna kayıt yaptırır ama hiç gitmezdik. Spor tartışmalarının ortasında, nasıl olursa olsun, sağlıklı olsun yeter derdik. Yalnız futbolcular da çok para kazanıyormuş. Para kazanmasın gerek yok, senin güzelliğini kazansa yeter. Adını ben koyardım. Üzgünüm bu tartışma kapalı. Annenlerin önünde tartışmayalım, rica ediyorum. Ben söz istemem, kız istemeye de karşıyım, ama sen istersen, ben de isterim, anamı, babamı, sevdiğim arkadaşlarımı da alır gelirim. Dio mio’nun emri, peygamberin kavliyle Barcelona valisinin verdiği yetkiye dayanarak isterdik. Terlik almayın lütfen bana, sevmiyorum. Çiçek almayı unuttum. Çikolata da, ben de gittim çikolata buketlerinden aldım. İnşallah baban kızmaz. Havlularımız siyah olabilir mi,  nevresimlerimiz Selin renginde olsun. Zilimizi kimse çalmasın, rahatsız etmesinler, ama illa çalacaksa Selin melodisiyle çalsın. Yemekleri sen yapar mısın?. İyi yemek yapar mısın bilmiyorum ama.. mantı falan istemem, fasülyeyi güzel pişirsen yeter.
Neden böyle garip şeyler düşünüyorum? Çünkü insan beyni karamsar düşüncelerin paratoneridir. Bakın yine, PARAtoner. Hayır gelmez bu kelimeden.
Yapamadım.
Selin’i durduramadım.
“ Bir yıldır” dedi.
… kalbim.Ben kendisini ağır siklet sanırdım, tüy sıklet çıktı. Kalbim, ringe aldılar, böbreğine ve kafasına vurdular.
Muhtemelen o kelimeleri benim üzerime atınca ben yıkıldım,
Alt tarafı iki kelime,
bir şehre atılsa, yanardı;
okyanusa atılsa, kururdu;
isa’ya atılsa, çarmıha bir daha koşardı.
Hazır oraya gitmişken benim için tanrıyla da konuşur musun, hani insana kaldıramayacağı yükler vermezdi?
Kaldıramadım. Öldüm. Buyrun cenaze namazına.
Çok acılar çektim, çok derin acılar. Üç yüz kereden fazla kalbim kırıldı,iki kere aldatıldım, beş kere soyuldum, iki kemiğim kırıldı, bir ameliyat geçirdim, sevdiklerimin tamamını, elimde olan paranın tamamından fazlasını kaybettim. Yaşadım. Ayakta kaldım.Tam gurur duyacaktım, iki kelimeyle öldüm.
Selin’e bir şey diyemedim. “Sen öldün” diyen birine ne diyebilrsiniz ki? Olmaz öyle şey evraklar karışmıştır, hem ben daha çok gencim, hakkımdaki bu asılsız iddialı ortaya atarak başarılarımıza gölge düşürmeye çalışanlar, gerek kanun karşısında, gerek toplum vicdanının huzurunda yargılanacak, cezayı hak edenler, itiraza yol vermeyecek şekilde asılacaktır. Asın efendim asın. Ben öldükten sonra, insanların yaşamasını ne yapayım. Bir tek ben ölmedim Selin,tüm insanlık öldü bu gece.
Sercan’a baktım, Sercan – az önce ilan edilmiş üzere- Selin’in sevgilisine baktı, Selin’in sevgilisi garsona baktı, garson masaya baktı, masadaki, boş şişeler kalktı. Getirin, bolca bira getirin. Neye içiyoruz. Tabi ki ölümüme. Çok içtiniz, hayır, çok öldüm ben. Bir kere öldüm ama kaliteli öldüm. Nicelik değil nitelik peşinde koşuyoruz. Çünkü bence her kaliteli insan öyle yapar.

Senin sevgilin var mı dedi. Yok dedim. Olsun mu? Olabilir bence mahsuru yok dedi. Olmalıydı Selin, sence mahsuru olmalıydı. Sen beni galiba hiç anlamadın Selin. Çok geç tanıştık, ya da çok erken, bunu zaman gösterecek. Doğru zamanı hiç anlayamadım, doğru yeri hiç görmedim. Doğru yer insanının canının acımadığı yerdir diyorlar.
Boş muhabbetler yapıyoruz. Bana yabancı dil öğrenmekten bahsediyor. Doğrudur diyorum. Sohbetler çok ucuzladı Selin. Ben korumasız küçük bir çocuğum, içimdeki çocuk ölmedi. O yaşıyor. Nabzını kontrol ediyorum, tiktak, sırun yok. Çok korkuyor, ürkek ve yalnız. Onun korkusu senin kanatlarının altında geçerdi demek istiyorum. O futbolda dönüyor.
Sercan’la masadan kalktık. Çok içmemiştim ama ayakta duramıyordum.Sercan her şeyin farkında, yaşamaya mecbursun diyor. Ne yaşaması Sercan, ben öldüm diyorum.
Paradoks bayım, paradoks.
Millet pardokstan kaçar, biz içimize çekiyoruz.
Selin bayım, Selin. Selin benim en büyük paradoksumun adı. Ben sevgilisi olan bir kadının peşinde olamam bayım. Ben değerlerimi kaybedemem bayım. Değerlerim Selin’le mı aşındı, yoksa Selinden önce zaten aşınmış mıydı? Alın size paradoks, çelişki, kaos ve anarşi.


Fasulye

 ne severim biliyor musun?
- ne?
- taze fasulye.
- nasıl yani?
- severim işte (avuçiçleri yukarı bakacak şekilde)
- neden böyle şeyler söylüyorsun, durup dururken.
- afedersin, hoşlandığım kadınların yanında biraz heyecanlanırım da
- neden ki?
- korkuyorum. (ürkek tavırlar puan mı kazandırdı?)
- ama belki gerek yok buna, belki o da senden hoşlanıyordur.(çünkü bu salı geceleri yayımlanan bir dizidir)
- hayır, yanlış anladın, ben sevilmekten veya karşılıksız olmasından kokmuyorum ki.
- neden öyleyse?
- onun gözlerine dalıp gitmekten... (80lerin arabesk film müzikleri) garip... hemcinslerim adına sizden özür diliyorum.
- hayır, tüm erkeklerin yükünü üzerine alma!
- erkekler değil, onlardan bahsetmiyorum, hemcinslerim; birbaşkasınıngözlerinedalıpbirdahagerigelemeyenler.
- ama çok ağır bu!
- ağırlık göreceli midir? (entelektüelitistler buraya)
- bak yine söyledin
- neyi?
- işte o anlamsız şeyleri (irrite, doğru kelime irrite)
- içim dışım bir benim.
- yani?
- aklımdaki oydu, dışarı çıkardım.
- öyle bir şey değil o, o farklı bir deyim.
- aaa evet deyim. deyimleri hiç beceremem. atasözlerine toptan karşıyım. ya da topyekün. (topyekün anormalite)
- başka bir şeyden bahsedelim.
- güneş. ama ondan da ben bahsetmek istemiyorum.
- hm... (hesabı ister misin)
- bak ne diyeceğim, bu konuşmanın farklı bir versiyonu var mı?
- nasıl yani?
- hani, yani, (derin nefes) ben ilk cümleye farklı bir şekilde başlamış olsam.. (5 dakika daha, ne olur 5 dakika daha oturalım)
- mesela?
- bugün başıma gelen en güzel şey havanın ışıl ışıl güneşli olmasıydı. seni görene kadar...(ısındık, gülümserse tamamdır
- (gülümser)
- sıcaklık göreceli midir?
- ...

Duvar (ya da hayatımın kararına yardım edin)


-gerçek bir hikayeden esinlenerek yazılmıştır-

Sanırım, hayatımda hiç olmadığı kadar, yardıma ihtiyacım var ve ben bu seferlik her şeyi kendi başıma çözme isteğimi bir kenara bırakmalıyım.
Kısa bir hikaye anlatmalıyım.
Belki size ihtiras, kan, dram, gözyaşı vaat edemeyebilirim. Aklınızda tutmanız gereken yegane şey şu ki, anlatacaklarım sadece gerçekler.
6 sene önce bir olay yaşadım. Eğer bu olay gazetelerde yer alsaydı, “elim olay” ,“vahşet” ,“hiç olmayacak oldu” gibi başlıklarla süslenebilirdi. Neyse ki yer almadı.
Elim olayın kendisi, konumuz açısından çok da önemli değil, kendime bile bahsederken zorlanıyorum, fakat sonuçları kayda değer derecede mühim. Büyük olaydan sonra bir yıl kadar toplumdan kendimi soyutladım. Hayata dönmeye hazır olana kadar inzivaya çekildim. Ailemle görüşmedim, arkadaşlarımı hayatımdan çıkardım, düzenli-düzensiz bir işte çalışmadım, satınalmak istediğim şeyi söylemek dışında esnafla konuşmadım, alışverişimi en az konuşmam gereken marketlerden yaptım, saçımı kestirmedim, mail atmadım, mesaj yazmadım, televizyon izlemedim, yolculuk yapmadım, tüm sosyal ilişkilerimi en alt düzeye indirdim. Minimum ihtiyaçlarla yaşamımı sürdürdüm, çokça uyudum, çokça alkol tükettim, (eridim demek istemiyorum) haddinden fazla zayıfladım ve en önemlisi hep düşündüm. 
İnzivamın yedinci ayında, tüm o geceler boyu süren analizler
 – buna kendi çapında bir analiz diyebiliriz.Olayın tüm hikayesini kağıtlara döktüm. Bitirdikten sonra, sanki başkası yazmışçasına,her sayfada uzun uzun düşünüp, notlar aldım, gerekçelere dair tüm bileşenleri bir araya getirdim- 
sonucunda, başıma gelen olayın en büyük sebebinin, (insani zaaflardan biri, belki en büyüğü) duygularım olduğuna karar verdim. Bir insanın manipüle etmeniz için dayanacağınız en sert, en acımasız ve en kırılgan nokta o kişinin duygularıdır. Yıkılışımın kodlarında duygularım ve onların amansızca manipüle edilmesi başrolü oynuyordu. Büyük sessizliğin sekizinci ayında duygularımdan kurtulmaya, daha doğrusu eğer başarabilirsem hayatta yapacağım en doğru hareket olduğuna karar verdim. Eğer hayata döneceksem onlar benim yanımda/içimde/üstümde olmamalıydı. Sonrasında çok kez simülasyonlar yaptım, bir çok olayı kafamın içinde yeniden yaşadım ve suni olarak duygularımdan kurtuldum. Hemen şunu belirtmem gerekir, anlık duygulardan kurtulmanız mümkün değildir. Evrimin bir sonucu, atlarımızın bir mirası olarak, genetik aktarım sayesinde, anlık duyguları kaybetmek neredeyse imkansızdır. Gülümseyen bir çocuk gördüğünüzde otomatik olarak gülümsersiniz. Bunu engellemeye çalışmak, insan olmayı reddetmeye çalışmaktır. Şaşırma, panik, kısa süreli korku ve panik patlamaları... silinemez. İnzivam bittiğinde, anlık olmayan tüm duygulardan, sevgi, aşk – aşk anlık mıdır süreçsel mi tartışmasına girmezsek- , nefret gibi kalıcı ve uzun vadeli duygularımdan kurtuldum. 2011 yılı başlarında hayata karışmaya hazırdım.
Bir süre iş aradım. Beklentim düşük, eğitimim yüksek olduğundan fazla süre almadı. Bir cafede garson olarak çalışarak aylarımı geçirdim.Her şey iyi gidiyordu. Kahve getirin diyorlardı, kahve götürüyordum, hesap deniyordu, hemen… Komutlarla sınırlanmış tiktak bir sistem, belirlenen koşullar dahilinde rahat ve duygusuz.
O yılın sonlarına doğru hayatıma bir kadın girdi. Didem. Çalıştığım yerde tanışmıştık. Onu ilk gördüğüm zaman hiç bir şey hissetmedim. Zaman durmadı, yüzüm gülümsemedi.Her gün çalıştığım yere geliyor, sipariş verirken beni masada biraz daha tutup konu açmaya çalışıyordu, iletişim kurmak ister gibi bir hali vardı. Bana ilgisi var diye düşünüp cafe dışında bir yerde buluşmayı teklif ettim. Olur dedi. Bir Cuma akşamı güzel bir bara davet ettim. Saatlerce sohbet ettik, bolca bira tükettik. Ertesi gün milli maçı izlemek için eve davet ettim. Gelmesiyle ilişkimiz başlamış oldu.
Didem’e karşı hiçbir zaman sevgi hissetmedim. Onun hayatımda olmasının sayısız faydası vardı. Sevgilim kisvesi altında birinin yanımda yer alması toplum baskısına göğüs germe açısından – benim yaşımdaysanız ve hayatınızda biri yoksa aileniz, arkadaşlarınız, komşularınız, neredeyse sizinle iletişim kuran herkes, evlenmenin ne kadar doğru ve gerekli olduğuna dair, size hiç söz hakkı vermeksizin, bitmeyecekmiş gibi gelen nutuklar atarlar- gerekliydi. Elbette cinsel anlamda belirli bir konfor sağlıyordu ve can sıkıntısını geçirmek için iyi bir öğeydi. Akşam yemeklerini yalnız yemeyi tercih ederim ama akşam yemeklerini her zaman yalnız yemeyi tercih etmem.
İkinci ayda beni sevdiğini söyledi, maskemi takıp“ben de” dedim. Mutluydu. Bana taşınmıştı, birlikte yaşıyorduk. Mekanik bir düzen içinde hayatıma devam ediyordum.O hep anlatıyordu. Ben dinliyordum. O anlatmayı bitiremiyordu.
Sanırım aynı ay içinde bana daha önce evlendiğinden bahsetti. Babası başka biriyle evlenmesini istiyormuş, o da bir arkadaşından yardım istemiş, beraber başka bir şehre gitmişler, arkadaşı kurtulmanın tek yolunun onunla göstermelik bir nikah kıymaları olduğuna inandırmış. Didem de bunu kabul etmiş. Nikah gecesi arkadaşı -yasal bir şekilde- tecavüz etmiş. Didem kaçmış, baba evine dönüp boşanma davası açmış. Mahkeme tek celsede boşanmalarına karar vermiş. Adam tüm olanlara rağmen  Didem’den mahkeme huzurunda nafaka talep edecek kadar yüzsüzmüş, Didem’in elinde ne varsa almış. Didem’le olan ilişkimizin 8. Ayında ben bunların çoğunun yalan olduğunu, en basit haliyle Didem’in ailesini karşısına alarak, bilerek, isteyerek o adamla evlendiğini, sonraları yürütemeyince geri döndüğünü, bizzat Didem’in kardeşinden öğrenecektim.
İlişkimizde bir çeyrek asırı devirmiştik ki Didem kötü bir haberle çıkageldi. Hastanede yapılan testlerin kesin sonucu gelmişti. Cilt kanseriydi. Gözleri şişene kadar ağladı. Bana kanserin yayılmasını önlemek için alınacak önlemlerden bahsetti. Bağışıklık sistemini güçlendirecek bir tedavi süreci başlayacaktı. O anda o evden çıkmak ve bir daha dönmemek istedim. Ama yapmadım. Ona “destek oluyorum” oyununu oynamam gerekliydi.  Raporları istedim, doktor arkadaşıma gösterecektim. Vermedi,onun iyiliği için olduğunu ifade ederrek ısrar edince “yalancı mıyım yani ben” gibi anlam ifade etmeyen karşı argümanlarla çenemi kapatmamı sağladı. Arada bir hastaneye gidiyordu. Raslantısal olarak o günler de hep benim tüm gün çalıştığım zamanlara denk geliyordu. Bir de sınavlarına girmek için yine benzer günlerde okuluna giderdi…
İkinci çeyrek yıl sonunda sağlık durumu stabil hale gelmişti. Hayat enerjisini yeniden kazandı. Sevdiğim yemekleri pişiriyordu. Hadi şuraya gidelim hadi buraya derken beni oradan oaraya sürüklüyordu. Bu arada hayatımızda kayda değer değişiklikler oluyordu. En yakın arkadaşlarımdan biri Sercan, Didem’in kardeşi ile çıkmaya başlamıştı. Sercan bana bu fikrini söylediğinde, ona resmen yalvardım, bu işin sonu felaket, yapma dedim.  Didem’in hayatımdan uzaklaşmasını istedikçe başkaları onu içeri içeri itiyorlardı. Annem ne zaman tanışacağız diye soruyordu, Didem’in kardeşleri evlilik içeren zarflar atıyorlardı. Sıkılmıştım. Artık Didem’le pek de takılmak istemiyordum.
Sekizinci ayda Didem yeni bir ev tuttu, kendi evine taşındı. Ben de rahat bir nefes aldım, araya biraz mesafe koymayı başardım.
Onuncu ayda ona karşı artık iyiden iyiye soğuklaşmıştım. Severmişgibiyapansevgili rolü gereksiz bir yük gşbş gelmeye başlamıştı. Didem de elbette bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Bir gece boyunca “Hayatta senden başka hiçbir şey istemiyorum, her şey gitsin hayatımdan, bir sen kal”diyerek ağladı. Hayatımın en boktan gecelerinden biriydi. Ben hala ona karşı bir sevgi kırıntısı dahi hissetmiyordum. Bu da işleri kolaylatırmaktan çok zorlaştırıyordu.
Birkaç gün sonra ayrılmak istediğimi söyledim. Hıçkırıklara boğularak ağladı.
Bir haftaya yakın uzak kaldık. O sürede tüm sosyal çevreme baskı ve duygu sömürüsü yaptı. Hepsine karşı sessiz kaldım. Sonra kapıma dayandı, ağlayarak yalvardı. Peki dedim –neden ahala anlamıyorum- bir daha deneyelim. Böylece final ayımız başlamıştı.
Yaşamım hiç oynamak istemediğim bir oyuncağa dönüşüyordu. 
Bir gün oturup Sercan’la kahve içtik. Sercan sevgilisinden, benim sözümona baldızımdan ayrılmıştı. Didem’in tüm yalanlarını bir bir sıraladı, ona da eski kız arkadaşı ayrıntılarıyla anlatmıştı, şüpheye yer bırakmayacak şekilde görülüyordu, Didem benzer yalanları ilk kez söylemiyordu.En basit şekliyle söylediği her şey, yasal tecavüz, hastalık, öğrencilik, hepsi yalandı. Bu yalanları görmeyecek kadar aptal değildim. İlk başlarda her birine ayrı ayrı inanmıştım.. Fakat, bir tek kanserin gerçek olması ihtimalinden çok çekiniyordum. İnsan böyle bir yalanı neden söylesindi. Söylüyordu işte. Maskem gittikçe büyüyor ve ağırlaşıyordu.
Final ayının son gününde eski bir arkadaşımla rakı içiyorduk. Ona olanlardan bahsettiğim. Onu seviyor musun diye sordu. Gülümsedim. Önce bunu evet kabul etti. Sevginin ne kadar uzak olduğundan bahsettim.Koşarak ayrılmam gerektiğini söyledi bana. Bir gün bile kaybetme dedi. Mantıklı buldum.
Gece eve gittim. Kafam hafiften güzeldi fakat doğru düşünebiliyordum. Saat 2 gibi Didem aradı, o haftasonu ailesinin yanında başka bir şehirdeydi, ettiği tek bir kelime ile tabularımı yıkmama yol açtı. 
İçimde sevgiye dair bir hissiyat olmaması kalpsiz olduğum anlamına gelmez. Aslında gelebilir de, emin değilim, fakat önceki hayatımdan içimde kalan bir şey vardı. Sevgililer ve ayrılıklar dünyalarında, hiç kimse, davranışı ne olursa olsun, ne yapmış olursa olsun, telefonda ayrılmayı hak etmezdi. Bu tabuyu yıkmamı Didem sağladı. Ona telefonda tüm yalanlarını bildiğimi, bana bunları yapmaya hiç hakkı olmadığını anlattım. Onu hiçbir zaman sevmediğimi söyledim. Ağladı…İlk kez dürüstçe ve açıkça konuştuğumu söyledim. Ağladı. İlişkimizdeki tek suçlunun, ve hatta dünyadaki en büyük suçlulunun kendisi olduğunu söyledim. Çok ağladı. Telefonu yüzüne kapattım ve bir suçluluk kırıntısı bile hissetmeksizin uyudum. 
İki gün sonra beni aradı. Ayrıldıysak düşman değiliz ya der gibi bir şaka yaptı, telefonda uzun bir sessizlik oldu. “Neyse, yıl dönümümüze 20 gün vardı, ben de sana bir saat almıştım, buluşalım mı postayla mı göndereyim?” diye sordu. Ben de ona bunun çok ince bir davranış olduğunu ve saati aldığı yere iade etmesini söyledim. “Görüşürüz” ile konuşma bitti, bu ondan duyduğum son kelimeydi.
Didem hayatıma bir daha hiç girmedi. 
Hayatıma kaldığım yerden devam ettim.
Didem döneminin bitişinden iki yıl sonra, yani geçen sene, Sercan’la yürüyüş yapıyorduk. Bir kafenin önünden geçerken içeride Didem’i gördüm. Sercan’a döndüm, cevap beklemeksizin Didem ne yapar acaba diye sordum.  “Evlendi, çocuğu var” dedi. Geriye dönük bir hesaplama yaptım. Ayrılalı 25 ay olmuştu. Çocuğu 2 aylık olsa, 23 ay kalır. 9 ay hamilelik dönemi; elde var 14 ay. On dört ay içinde benden ayrılmış, başkası ile tanışmış, evlenmiş ve çocuk yapmış. Ağlayan oydu, duygusuz olan ben. Duygulara bakarak insanlar anlaşılmıyor. Sevmek ya da nefret etmek geçici birer hastalık. İnsan beyninde oluşan işlevsizlik halleri ve ne yazık ki, insanlar, bu işlevsizliğe kendilerini adıyorlar, peşinden koşuyorlar, iyileşebileceklerini, bunun geçici bir durum olduğunu bildikleri ama itiraf edemekdikleri halde.
Didem’den sonra da hayatımda hiçbir şey değişmedi. Maskelerimin saysısı azaldı. Sıradan, tekdüze, mekanik hayatıma devam ediyordum ki, bundan tam 2 hafta önce, bir kadınla tanıştım. Anlık olarak ona karşı bir şeyler hissettiğimi söylersem sanırım yalan söylemiş olmam. Bu  tekil anların sayısı kahve, çay, sinema eşliğinde artmaya başladı, onları sebebsiz bir şekilde durdurmak istemedim. Onu ilk gördüğümde zaman durdu, nabzım arttı, kan akışım –biyolojik olarak- kalbimi patlayacak noktaya getirdi. “Too good to be truth-Gerçek olamayacak kadar iyi”. Tam şu anda karar noktasındayım, eğer kendimi bırakırsam, onu sevebilirim, aşık olabilir, ömrümün geri kalanını ona adayabilirim. Ve pek tabi,doğal olarak,tehlikeli bir biçimde,bu, beni, yıllardır inşa ettiğim duygusuz dünyanın dışına çıkarır; ördüğüm duvarlar yıkılır. Açıkçası bir daha o duvarları inşa edebileceğimi de sanmıyorum. Yeniden güçsüz, manüplasyona açık, acınası bir insana dönüşebilirim.
Şimdi, lütfen bana yardım edin, kendinize ve bana karşı dürüst olun.
Siz olsanız…duvarları… ne yapardınız?



ev-rak

Hayır hanımefendi, ne rahatsızlığı, aksine mutlu oldum dahi diyebilirim. Sanmıyorum, pek hata olmaz burada. Evet, söylediğiniz gibi, sizin evrakınız benimkilerin arasında yer almış.
Katılıyorum biraz şaşırtıcı. Müsaade edin belirteyim; aslında bu belgeleri görene kadar kadere inanmazdım. Başka birinin geleceğimi bilebileceği, dahası müdahale edebileceği ve benim sadece planlananı yaşayacağım fikrine tahammül edemiyordum.
Bu başkası, ilahi bir güç... Neyse hepsi geride kaldı,bakınız, işte hepsi burada, daha doğumumla birlikte başlıyor evraklar ve yine bakınız ilkokul diplomam. Hayal kırıklığı belgesi, sevinç tutanakları vs..Kalın bir dosya, sanırım, fakat nasıl bilebilirim, başkalarının dosyalarını göstermezler efendim. Tüm ayrıntıları ile tastamam, bakınız. Evet efendim işte sizin evrakınız burada, benim belgelerimin arasına yerleştirilmiş, tarihi de not düşülmüş.
Hata var herhalde diyerek yetkili makamlara başvurdum. Olmaz öyle şey dediler.Şimdi nasıl olacak bilmiyorum, ne yalan söyleyeyim biraz hoşuma da gitti.İnanın efendim, burada olduğuna göre, siz benim kaderimsiniz.

Giverse-Cayvörs diye okunur, biçimsizce yazılır (:-

-Merhaba, Giverse’e hoşgeldiniz.
-Teşekkür ederim. Kendimi harika hissediyorum. Yıllardır aradığım huzuru burada buldum, yıllarca bunun için yaşamışım, beklediğim buymuş, ifade etmek mümkün değil, içim içime sığmıyor. Bu… Bu…Bu enfes, bu kusursuz…da… Burası… Neresi?
-Giverse. Nedeni belli olmamakla beraber, muhtemel bir hareketiniz, bir düşünceniz, bir hissiniz yüzünden buraya yönlendirildiniz. Burayı orijinal dünyanızdan farklı bir dünya, daha doğrusu farklı bir evren olarak düşünebilirsiniz. Giverse, Universe’in kesinlikle farklı ama çok daha iyi bir versiyonudur.
-Nasıl yani?
-Artık farklı bir boyuttasınız, önceki boyutunuzla, biz burada buna orjin evren diyoruz, hiçbir ilişkiniz kalmadı. Artık hayatınıza burada devam edecek, yeni bir.. Aslında size daha temel bilgileri vermeliyim. Buranın kendine ait kuralları vardır. Burada gece uyumanız, gündüz uyanık kalmanız gerekmez, böyle bir beklenti yoktur, beklenti olmadığından bir gereklilik oluşmadığını da söyleyebiliriz. Yemek saati yoktur, öğün kavramı yoktur. İnsani ihtiyaçlarınız dışında hiçbir ihtiyacınız yoktur. Kıyafetlerinize dikkat etmeniz beklenmez, lekeli veya ütüsüz olması önemsizdir. Saçlarınızın durumu kimseyi ilgilendirmez. Görünüşünüz, davranışınız, düşünceniz yalnızca sizi ilgilendirir. Kimseyle iletişime geçmeniz beklenmez. Elbette siz isterseniz, yalnızca siz isterseniz, yapabilirsiniz. Para, alacak, verecek, takas, borç, ödünç, çalma, aşırma, kiralama, zapt etme, fethetme, istila, ganimet, esaret, ceza, ödül  yoktur. Burada sonsuz derecede özgürlük vardır. Sınırlar yoktur. Sorumluluk gibi sizi baskı altında bırakacak, zorunluluk gibi ruhunuzu sıkıştıracak kavramlar burada bulunmaz. Burası, kendiniz olabildiğiniz yerdir.Kendinizin de biraz farklı olması sanırım normal karşılanacaktır. Ayrıca, normal kavramı da burada orijinal dünyanızdan farklı anlamlar ve düzlemlerde kullanılır.
-Anlayamadım.
-Endişelenmenize gerek yok. Somut şeylerle ifade edeyim. Burada, fizik yasaları ile belirlenen kavramlar yoktur. Bu kavramların eksikliğinden ötürü, orjin evreninizdeki normal diyeceğiniz herhangi bir şey, burada normal değildir. Çünkü normal artık normal değildir.Kuvvet, basınç, eylemsizlik, yerçekimi, kütlesel çekim bunların hepsini unutabilirsiniz. Aklınızda kalması gereken tek şey Gizçekim olmalıdır.
-Gizçekim mi?
-Evet. Bu evrenin merkezinde gizem bulunur. Buradaki tüm canlılar evrenin çeperlerinden içe doğru, Gizçekim sayesinde, helezonik bir rota üzerinde hareket ederler. Siz de bu yolculuğa çıkacak, yaşamınızın sonuna kadar ilerleyeceksiniz. Çeperden merkeze gidiş minimum yüz elli, maksimim üç yüz yıl sürer.  
-Sanırım burada yıl kavramı da farklı.
-Hayır, zamansal her şey orjin evreninizle aynıdır.
-Burada insan ömrü ne kadar?
-Orjin evreniniz ile aynı, nadir örneklerde görülmüş en uzun süre 130 yıl.
-Ama o zaman kimse Gizem’e ulaşamaz.
-Doğru. Enteresan, hızınız, ilgi çekici… Kesinlikle. İleride bunu daha iyi anlayacaksınız. Burada gerçek ve değerli olan hedefe ulaşmak değil, hedefe doğru yapılan yolculuktur. Bu yolculuk sizin yeni benliğinizin oluşmasına yardım edecektir.
-Peki. Yolculuğu bırakmak istersem, ya dönmek istersem?
-Burada yolculuk bırakılamaz ve  akış yalnızca ileriye doğrudur. Şu kapıdan geçtikten hemen sonra tüm söylediklerimi çok daha iyi anlayacaksınız. Aklınızdaki tüm düşüncelerden hızlı bir şekilde kurtulacaksınız. Zihniniz ve ruhunuz aydınlanacak. Bir parça rahatlamaya çalışın.Kapıdan sonra her şey değişecek.Eskisi gibi olmayacak ama sizi temin ederim, çok güzel olacak.
Sanırım artık hazırsınız. Bu yönde 3 dakikalık bir yürüyüş yolu var. Nefesiniz düzeldikten sonra kapıya doğru gidebilirsiniz.


Gitti.Dönmedi.