Paradoks

Paradoks bayım, paradoks.
Millet pardokstan kaçar, biz içimize çekiyoruz. Shrodinger’e selam çakıyor, kedisinin patilerinden öpüyoruz.
İçinde para geçen her şey gibi paradoks da berbat bir kelimedir bayım. Paraya dokun eller artık temiz değildir. Çocukluk paraya dokununca biter, gençlik ise paradoksa dokununca.
 Selin bayım, Selin. Selin benim en büyük paradoksumun adı.
Geçen haftasonu yakın bir arkadaşımla, Sercan’la, bir bara gittik. Birkaç bira, mısır, sohbet. Önce yanımıza 70 yaşında bir hanımefendi ile kızı oturdu. Bize bir şeyler söylediler, gündem,demokrasi, seçimler, nesiller falan derken hanımefendi kendini yorgun hissettiği için erken ayrıldılar. Sercan, her zamanki modunda, “şu senyoritaları masaya davet edelim mi” dedi. Elbette olur Sercan demeye kalmadan barın sahibi bir adamla kızı şak diye yanımıza oturttu, o dakikadan sonra aklım o masadan hiç kalkmadı.
Nasılsınız, iyisiniz, hangi takım, Madrid, siz, ben de, ama bu sene ayrı bir iyi oynuyor takım, evet, çok iyi. Ne iş yapıyorsunuz, öğretmenim, a harikaymış, ne öğretmeni, yabancı dil, oh oh süper. Siz ne kadar zamandır berabersiniz?
<<Pause. Zaman kavramına hepimiz aşinayız. Daha küçüklükten beri zamanla birlikte büyüdük. Ezan okundu, oyunu bırakıp eve döndük, çizgi filmler yayın akışına bağlı olarak belirli bir zamanda bitti, sabahları geç kaldın diyerek kaldırılıp –zorla- kahvaltı masasına oturtulduk, ders başladı, öğretmen geç kaldın diye kızdı, ders bitti, tenefüs başladı, tenefüs bitti, tenefüs hep çok hızlı bitti. Hep geç kaldık, onlar hep erken geldiler, biz hep geç kaldık. Daha saate bakıp sayıları okuyamadan bir şekilde bir yerlere geç kaldığımızı öğrendik.
Zaman harika bir kavram. Her zaman orada olduğunu,ileriye doğru gittiğini biliyorsun ama aslında gerçekten ne olduğunu hiçbir zaman anlamıyorsun. İlla mekanik, elektronik bir aletlere bakıyoruz, onları kola, cebe, duvara asıyoruz; hareket ettiğini görünce bir rahatlama yaşıyoruz,oh ne güzel zaman durmamış. Bazen sayılar değişmiyor, akrep yelkovan ikilisi dans etmiyor, zamanın durduğundan şüphe etmiyoruz, pili değiştirmedik ya da kurmayı unuttuk diyoruz. Suçu hep üzerimize alıyoruz, zaman hep suçsuz kalıyorlar. Adamın biri söylemişti, zaman denen şey dünyanın her yerinde aynı hızda hareket ediyormuş. Dünyanın öbür ucundaki bir saatle kolumdaki aynı sayıları göstermiyormuş, ama zamanın hızı orada da aynıymış. Hatta dünyayı bu yüzden portakal gibi dikine dikine çizmişler, meridyenler her yeri basmış, bazen mavi bazen beyaz çizmişler, neden öyle dedik, en iyisi buna boylam diyelim demişler, meridyensiz hesap yapamaz olmuşlar, ilkokulda çocuklara öğretmişler, o kadar kafayı takmışlar ki meridyenlere, dünya bu mahçubiyetin altında kaybolmuş, yerinde dilimlere ayrılmış bir portakal kalmış.
Einstain çok kafa yordu bu işlere, saymakla bitmez adamı karşısına aldı, düşün düşün, yaz yaz, sıkıntı sıkıntı, sonunda bir deri bir kemik kaldı. Be hey kolay mı be koskaca zamanla uğraşmak. Ey büyük EINSTAIN, dursun zaman diyorsun da, oyun değil ki yaşamak. Dünyanın gözünü açtı sonunda, hocam ne yaptın, dünya gözü kapalı, sağır ve dilsiz iyiydi, “ey ahali bakın söylediğniz doğrudur, dünyanın her yerinde zaman aynı hızda akar fakat geniş düşünün, dünyanın dışında ne olur, elbet zamanın da farklı hızla aktığı görülür” dedi.Einstain hep şiir gibi konuşurmuş, bir kadından duymuştum. Bilim dünyası söylediklerini anında anladı, zaman kesinlikle sıvıdır ve hep akar.Başka gezegenlerde katı olarak da görülebilirmiş.
Ben şanslı doğan nesildenim, Einstain benden önce söyledi hepsini.
Sorumla, işte tam da o soruyla, (Siz ne kadar zamandır berabersiniz?), Einstein’ı anladım ve uzay boşluğundaki sonsuz yolculuğuma çıktım.
Zaman sonsuz bir yavaşlıkta akmaya başladı.
İnsan beyni, yalnızca bir –normal- saniye içinde milyonlarca farklı şey düşünebilir. O düşünceler o kadar hızlıdır ki bizim takip etmemiz imkansızdır. Bu durumda yapmanız gereken şey, ya onların hızına çıkmak ya da onları yavaşlatmaktır. İşte bu soru-zaman-cevap sürekliliğinde zaman o kadar yavaşladı ki ben teker teker düşüncelerimi takip eder hale geldim.
-Belki arkadaşıdır.Evet, kesin kanka bunlar.
-Abisi de olabilir.
-Dayısı? -Sanmam,
-Kuzeni olabilir mi acaba? Mümkün.
-Parmağında yüzük yok. Oh.
-Kütüphanede tanışmışlardır heralde. Yok ya bu adamın kitaplarla ne işi olur.
-Belki kapıda tanışmışlardır. Damsız giriliyor muydu? Arabayla geldik dedi. Araba kapısında mı tanışmışlar?
-Okuldan arkadaşlarmış, eski günleri anmak için buluşmuşlar.
-Bu kızın yanında bu adam, mümküm değil.
-Alt komşu. Olasılık düşük. Bizim alt kattakiyle ben kaç kere içemeye çıktım? Hiç. Zaten ben zemin katta oturuyorum. Pause end.>>
Selin gözümün içine bakıyor. Gözlerim, istemsiz olarak gözlerinden saçlarına doğru kayıyor. Tanrım, ilk önce selini mi yarattın, insanlığın en üst prototipi mi karşımdaki, yoksa Nietszce’nin üst-insanı mı, tanrım kleoptatra gerçekten var mıydı, varsa onunla selin arasındaki 7 farkı sayabailir misin? Saçların güzel olduğu nasıl anlaşılır bilmiyorum ama dünyanın en güzel saçlarının bunlar olduğunu,saçların çoğul olduğunu, hiçbir şampuanın, sabunun, gıdanın ve boyanın ve hatta hiçbir çiçeğin de bu kadar güzel kokmadığını biliyorum. Süskind’in kitabından fırlamadığım için kendimi şanslı hissediyorum.Gogol’un paltosuna gidiyor aklım, uçuyor. Aklım geri geliyor, taş gibi verdik, keşkül gibi geri geldi.
Selin’in dudağı cevap vermek üzere ilk hareketine başlıyor, dudağının yanağıyla birleştiği yerde uyumak istiyorum, "meğer burası benim evimmiş" demek istiyorum. Yanaklarındaki kaslar belli belirsiz hareket ediyor..
Dur Selin söyleme.
Vereceğin cevabı kaldıramayabilirim. Bir cevap beklemekle, verilecek cevaba hazır olunmuyor. Çok hazırlıksız yakalandık be. Öyle dalmışım ki gözlere, hiçbir önlem alamadık, cevap geldi, kalemin kapılarına dayandı komutanım, koç başlarıyla kırmaya çalışıyorlar, kapıları ve kalpleri. Hissediyorum komutanım, kötü şeyler olacak.Çocuklara bir şey olmasa bari.
Selin dur. Hani sen talihimi yenmeme yardım edecek olandın. Hani O’ydun. Talihimi oymana az kaldı. Ne güzeldi halbuki bana söz verilen o talih. Bir battaniye altında sıcak sıcak, sarılarak, bir film izlerdik belki. Dört tekerli bir araba alırdık. İki odalı bir evin taksitlerine girerdik. Maaşımız yabancı paralar, krediler ve enflasyon karşısında erirdi ama biz hep güçlenirdik. Bir çocuğumuz olurdu belki. Kız olsa baleye gönderirdik,erkek olursa basketbola, bu arada biz de belki bir spor salonuna kayıt yaptırır ama hiç gitmezdik. Spor tartışmalarının ortasında, nasıl olursa olsun, sağlıklı olsun yeter derdik. Yalnız futbolcular da çok para kazanıyormuş. Para kazanmasın gerek yok, senin güzelliğini kazansa yeter. Adını ben koyardım. Üzgünüm bu tartışma kapalı. Annenlerin önünde tartışmayalım, rica ediyorum. Ben söz istemem, kız istemeye de karşıyım, ama sen istersen, ben de isterim, anamı, babamı, sevdiğim arkadaşlarımı da alır gelirim. Dio mio’nun emri, peygamberin kavliyle Barcelona valisinin verdiği yetkiye dayanarak isterdik. Terlik almayın lütfen bana, sevmiyorum. Çiçek almayı unuttum. Çikolata da, ben de gittim çikolata buketlerinden aldım. İnşallah baban kızmaz. Havlularımız siyah olabilir mi,  nevresimlerimiz Selin renginde olsun. Zilimizi kimse çalmasın, rahatsız etmesinler, ama illa çalacaksa Selin melodisiyle çalsın. Yemekleri sen yapar mısın?. İyi yemek yapar mısın bilmiyorum ama.. mantı falan istemem, fasülyeyi güzel pişirsen yeter.
Neden böyle garip şeyler düşünüyorum? Çünkü insan beyni karamsar düşüncelerin paratoneridir. Bakın yine, PARAtoner. Hayır gelmez bu kelimeden.
Yapamadım.
Selin’i durduramadım.
“ Bir yıldır” dedi.
… kalbim.Ben kendisini ağır siklet sanırdım, tüy sıklet çıktı. Kalbim, ringe aldılar, böbreğine ve kafasına vurdular.
Muhtemelen o kelimeleri benim üzerime atınca ben yıkıldım,
Alt tarafı iki kelime,
bir şehre atılsa, yanardı;
okyanusa atılsa, kururdu;
isa’ya atılsa, çarmıha bir daha koşardı.
Hazır oraya gitmişken benim için tanrıyla da konuşur musun, hani insana kaldıramayacağı yükler vermezdi?
Kaldıramadım. Öldüm. Buyrun cenaze namazına.
Çok acılar çektim, çok derin acılar. Üç yüz kereden fazla kalbim kırıldı,iki kere aldatıldım, beş kere soyuldum, iki kemiğim kırıldı, bir ameliyat geçirdim, sevdiklerimin tamamını, elimde olan paranın tamamından fazlasını kaybettim. Yaşadım. Ayakta kaldım.Tam gurur duyacaktım, iki kelimeyle öldüm.
Selin’e bir şey diyemedim. “Sen öldün” diyen birine ne diyebilrsiniz ki? Olmaz öyle şey evraklar karışmıştır, hem ben daha çok gencim, hakkımdaki bu asılsız iddialı ortaya atarak başarılarımıza gölge düşürmeye çalışanlar, gerek kanun karşısında, gerek toplum vicdanının huzurunda yargılanacak, cezayı hak edenler, itiraza yol vermeyecek şekilde asılacaktır. Asın efendim asın. Ben öldükten sonra, insanların yaşamasını ne yapayım. Bir tek ben ölmedim Selin,tüm insanlık öldü bu gece.
Sercan’a baktım, Sercan – az önce ilan edilmiş üzere- Selin’in sevgilisine baktı, Selin’in sevgilisi garsona baktı, garson masaya baktı, masadaki, boş şişeler kalktı. Getirin, bolca bira getirin. Neye içiyoruz. Tabi ki ölümüme. Çok içtiniz, hayır, çok öldüm ben. Bir kere öldüm ama kaliteli öldüm. Nicelik değil nitelik peşinde koşuyoruz. Çünkü bence her kaliteli insan öyle yapar.

Senin sevgilin var mı dedi. Yok dedim. Olsun mu? Olabilir bence mahsuru yok dedi. Olmalıydı Selin, sence mahsuru olmalıydı. Sen beni galiba hiç anlamadın Selin. Çok geç tanıştık, ya da çok erken, bunu zaman gösterecek. Doğru zamanı hiç anlayamadım, doğru yeri hiç görmedim. Doğru yer insanının canının acımadığı yerdir diyorlar.
Boş muhabbetler yapıyoruz. Bana yabancı dil öğrenmekten bahsediyor. Doğrudur diyorum. Sohbetler çok ucuzladı Selin. Ben korumasız küçük bir çocuğum, içimdeki çocuk ölmedi. O yaşıyor. Nabzını kontrol ediyorum, tiktak, sırun yok. Çok korkuyor, ürkek ve yalnız. Onun korkusu senin kanatlarının altında geçerdi demek istiyorum. O futbolda dönüyor.
Sercan’la masadan kalktık. Çok içmemiştim ama ayakta duramıyordum.Sercan her şeyin farkında, yaşamaya mecbursun diyor. Ne yaşaması Sercan, ben öldüm diyorum.
Paradoks bayım, paradoks.
Millet pardokstan kaçar, biz içimize çekiyoruz.
Selin bayım, Selin. Selin benim en büyük paradoksumun adı. Ben sevgilisi olan bir kadının peşinde olamam bayım. Ben değerlerimi kaybedemem bayım. Değerlerim Selin’le mı aşındı, yoksa Selinden önce zaten aşınmış mıydı? Alın size paradoks, çelişki, kaos ve anarşi.


2 yorum:

  1. Bu nedir böyle sempatik cellat. Gittikçe kelimeler oyuncağın olacak. Tebrikler ☺

    YanıtlaSil
  2. Bu nedir böyle sempatik cellat. Gittikçe kelimeler oyuncağın olacak. Tebrikler ☺

    YanıtlaSil