Palyaço Felsefesi

öncelikle, blog için bir giriş yazısı falan yazmadım, giriş niyetine şu kısmı kullanalım;
_________

bunların hepsi ivybolger'in suçudur. o olmasaydı ne bu yazı olurdu, ne bu blog, dolayısıyla ne de bu giriş...
_________

öncelikle, hakkını vermeliyim, bu konu fena içime oturdu. akşamdan beri kafamın bi o yerinde bir bu yerinde, fink atıp duruyor. sabah uyandım, daha uykudan henüz tam sıyrılmamışken, kafamın içinde "palyaço felsefesi, palyaço felsefesi" diye kendini tekrarlıyordu. bilmiyorum belki de bu uynaıştan, biraz, hafif gerginim bugün.
peki bu, kafamın içindeki çınlamalar beni nereye getirdi? hiçbir yere...

aslında değişik bir noktadan girmek istedim konuya (bir türlü giremiyorum, deminden beri top çeviriyorum) palyaçoların belirgin özellikleri nelerdir? kırmızı burun topisi, gökkuşağı saçı ve ayakkabılar. nerde bir burun topisi görsek ya da gökkuşağı saçı tek başına, deriz ki bu bir palyaçoya ait. aslında beyaz yüz ve gözçevresi boyaları da belirgin ama ayırt edici değil. yani pandomimciler de yüzünü beyaza boyuyor.. her gördüğümüz beyaz yüze palyaço demiyoruz...bir de ayakkkabılar var ki, -bence tatışmaya açık nokta- sanırım onlar da ayırt edici kanımca. neden şekle daldım ki? kırmızı burun topisi komik bir şey değil, ama palyaço bütünlüğü onu komik hale getiriyor, gökkuşağı saçı da öyle, hatta ayakkabı da -ki 45 numara ayağım- ; komik oluyor işte palyaçoda olunca. demek ki, diyorum, palyaçoda aykırı, anlamsız, tekil ifadesizliklerin bir toplamı var... kompozit bir yapı yani, bir çok anlamsızlığın bir araya gelişinden oluşan büyük bir anlamsızlık, işt bu anlamsızlık bir yerden sonra anlamlı hale geliyor. belki bir yetişkine asla komik gelmyecek bu şeylerin hepsi, bir çocuğu güldürebiliyor. peki neden bir yetişkine komik gelmeyecek? çünkü yetişkin bunu hiç denemeyecek. çocuk işi diyecek, geçecek. hangimiz son 10 yılda bir palyaço izledik ki? izlesek güleriz belki de, o zaman diyorum ki, herkes senede en az bir kez palyaço izlemeye gitsin... kırmız topi olayına fena takıldım. nedir ki kırmızı topinin olayı, hiç bir şey, ama ilginç işte, komik...

asıl nokta, palyaçoların amacının güldürmek olması. bu açıdan bakıldığında, tüm anlamsız ayırtların birleşip komik bir öğe oluşturması normal. fakat ironik olan, bizim palyaçolara kendinin istediğinin dışında bir anlam yüklemiş olmamız. güldüren insanın hüzne sahip olmasını bu güne kadar hep kullandık. her yere yansıdı bu, öykülere, karikatürlere, fotoğraflara, filmelere... mesela en bilinen hikayelerden biridir, adam palyaçoymuş, dünyanın en çok güldüren adamıymış, ama aslında kendisi dünyanın en mutsuz adamıymış, hiç gülmezmiş, git onu bul demişler, ben oyum demiş falan da filan... evet evet o anladığınız hikaye bu... hüzünlü bir palyaçonun fotoğrafı çoktan klişeler arasında yerini aldı.. buna ek olarak, yakın geçmişin uzak zamanlarında, gripin de bu ikilemi, ironiyi, biçilen payeyi klibinde kullandı. aşağıdan devam edelim...






tema belli, palyaçonun yağmurda makyajının akması ile ortaya çıkan mutsuzluk, güldüren yüzün içindeki gülmeyenlik ironisi işte böyle ifade edilmişti..durma, canım cayır cayır yanıyor...





palyaçolarla bir bağdaşan şey olarak da aslında soytarılar var, ki bence çok değerlidir.soytarı da belki palyaço ile aynı kategoride değerlendirebilir ama arada bir fark var. soytarının bir maskesi olmadğı için biz arkasını dolduramıyoruz. yani yüzün gülen ifadesi maskesi kalkıp altından mutsuzluk ya da hüzün çıkaramıyoruz.

bu durumda aklma gelen soru şu? palyaço felsefesi kendisinin oluşturduğu bir şey mi? yoksa toplumun, bilmişlerin, ona uzaktan bakanların oluşturduğu bir şey mi?

acaba biz, ona uzaktan bakanlar, ona paye biçenler olabilir miyiz? biz bilmiş miyiz?

belki..


--henüz toparlanamadığı için bu konuya bir gün yeniden dönülecektir-- ;) sevgiler ivy...

2 yorum: