hepimizin içinde iyiler olduğu kadar kötü duygular da var.
kötü duyguların, sürekli bastırıldığına inananlardanım. nefret, sonsuz intikam isteği, acımasızlık, şiddet, açgözlülük, sinir, küfür,kavga,yok etme isteği, tembellik, kıskançlık...
buna erişme süreci de bir hayli ilginç aslında. insanların gelişimi sorgulanırken, kimse kendisininkine kötü demediğindenbu tarz gelişimler yeterince irdelenmiyor diye düşünüyorum. henüz isan bilinci yerine gelmeden, daha kıpırtılar gösterirken,bebekken, insanın ne aldığıyla alakası var.
insan hayatının taklitten yaratıcılığa geçen süreçte ilerlediğine hiç süphe yok. bir insan doğumundan sonra önce dışarıdan duyduklarını talit etmeye çalışır. bunun en somut örneği konuşma isteği, buna yönelik seslerin taklididir. sonrasında konuşma yetisi gelişir ve insan artık bir şeyler üretmeye,zihnindekileri ifade etmeye, bunu kendi istediği şekilde yapmaya başlar. ha keza, bir enstrüman çalmak da, bunun belirli bir zaman sonra tezahürüdür. önce diğerleri gibi sesler çıkarmaya çalışılır, sonra öğrendikçe insan kompozisyonlar üretmeye başlar. taklit, hayatın bir parçasıdır ve yaratıcılığa gidişte çok önemli bir rol oynar.
nice zaman önceydi, " insanları yöneten paradigmalarıdır" cümlesi kulağıma çalınmıştı. çok iddialı bir cümledir, belki bunu tek başına ifade etmek, bazı değerleri ezmek, küçümsemektir; ama paradigmaların insan hayatındaki rolü aşikardır. çocukken insanın edinmeye başladığı paradigmalar kesinlikle hayatının şekillenmesinde önemli rol oynayacatır.bu paradigmaların bir kısm pozitif, bir kısmı ise negatiftir.
insanların çocukuk evresindeki taklit etme isteğine, ileride onları yönetecek paradigmaları eklersek eğer, "haydi şimdi çocukluğunuza inelim" klasiğinin ne kadar yerinde olduğunu anlamak kesinlikle kolaylaşır.
bebeklikten itibaren hayata giren paradigmaların da bir kaynağı olmalı o halde, ki bunu da taklide bağlayabiliriz. çocuğa ilk söylenen yalan, çocuğun ilk duyduğu yalan ve bununla birlite gelen paradigmalar, kişiyi şekillendirecek, taklit ve yaratıcılıla belki yenilerine sürükleyecektir. bu durumda, diğer insanların, çocuğun yanında yalan söylemesi gerekir, ki bu da onun çocukluğundan gelen bir paradigmadır. bu nesillerden nesile iletişimle bu şekilde geçtiğinden, paradigmaların -en azından bir kısmının- ilk insanlara dayandırılması mantıklıdır. o zaman insanın aklına şu soru gelir: ilk insanlar bunları nereden edindi? işte bir kez daha ilk insan problemiyle karşı karşıyayız. demek ki kötülük, insanın içinde!
başka bir açıdan irdelersek.. diyelim ki, ilk insan tamamen iyiliğe sahip olacak şekilde yaratılmıştı.bu durumda, şöyle bir şey olmuş olabilir mesela: ilk insan meyve toplamaktadır. 2.insan da meyve toplamaktadır. bir gün 2. insan ölür, 1. insan da gider onun topladıklarını alır. zaman sonra bi şekilde 3. insan gelir, meyvelerini toplar.. 1. insan der ki, ölürse onlar benim olur.. sonra der ki bir kaç gün sonra, ölmese de benim olur, gider alırım. bir kaç hafta sonra gider alır, artık, çalışmak yerine daha kolay bir yol vardır elinde, çalmak.. böylece bir nevi kalıtımla, bu çalma durumu nesillerden nesillere aktarılır... mantıklı mı? mantıklı. fakat burada eksik bir nokta var, hemen söyleyeyim, çalması için burada bahsedildiği şekilde, insanın içinde tembellik duygusunun olması gerekir.. bu da kötü duygulardan biri.. hani demiştik ya, ilk insan tamamen iyiliğe sahipti... her örnekleme için,
çalmaktan tembelliğe gidiş gibi, bir kötü duyguya varışta gerekli başka bir kötü duygudan bahsedilebilir. demek isterim ki ilk insan, tamamen iyilikle donatılmış olamaz.. demek ki kötülük insanın içinde!
daha ilk insanlar, o sade yaşamla kötülüğü bastıramazken, kuzulaşmış, körelmiş şimdiki insan kötülüğü nasıl bastırsın. mümkün değil, hepsi insanın içinde!
hepimizin içinde kötü duygular var, bıraktığımızda dışarı çıkacakalar.. ne pahasına olursa olsun bastırmak mantıklı..
şimdi içinizden bir kötü duygu tutun, ve sakın bırakmayın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder