Üçüncü bir hikayem yok. Aslında var ama
bunu sonraya bırakalım. İşte size “Az Sonra”lar için büyük bir fırsat.
İnsan bazen sadece anlatmak ister. İçinde bir
şey büyür de büyür, anlatmak istedikleri dünyaya yaklaşıp yaşamı yok edecek
boyutta bir alev topuna dönüşür, bedeni terk etse daha da büyüyecek, dünyayla
beraber tüm galaksiyi yok edecek gibidir, ama çıkamaz dışarı. Tam da bu durumda
hepimiz birer Atlas’a dönüşüyoruz. Dünyayı sırtımıza almışız, taşıyabiliyoruz,
yorulmuşuz, mecalimiz kalmamış, her an düşebiliriz, inatla haydi biraz daha, az
kaldı diyoruz. Yapmamız gereken basit, yazılı veya sözlü olarak, huhnarca kelimeleri
tüketerek, bir bireye doğru veya sonsuz boşluğun içine içine, güçlerini fark
ederek ve bu gücü doğru kullanarak, sanki çok büyük bir rahatlama gelecekmiş de
hayatımızda yeni bir sayfa açacakmışçasına, coşku ve heyecenla.. anlatmak..
İşte size “kendinizi ifade etmek” için büyük bir fırsat.
Birbirinden farklı bir çok hikaye
anlatabilirim. Pandora’nın kutusundan, Lazarus’un dirişilinden, görelilik
teorisinden, Amerika yerlilerinin neden Avrupalıları yenip kıtlarını
savunamadıklarından, Yenikapı’ya neden Yenikapı dendiğinden bahsedebilirim..
bir çok kişinin en mahrem sırlarına ortağım, onların en gizlilerini yerlere
serebilirim..ama hayır, ben en zor olanı, içimdekileri anlatacağım.
Yaptığım her şey, tek bir noktaya
dayanıyor. Noktalar bir araya gelince çizgileri oluşturu.
Hissetmek ve inanmak insanlık için çok
önemli.
Daha önce yazmıştım. Umarım yazdığım
yazıların bazı kısımlarını hatırında tutuyorsundur. Bir anlık bir inançla
başladı her şey. Gizem o olabilir dedim ve kronometrelerimiz belirli bir
dizilimle sayıları göstermeye başladı.
Her hayat kendi koşulları içinde
yaşanıyor. Bu koşulların etrafına da dikenli teller çevriliyor ki başka
koşullara evrilemesinler. Benim koşullarımda hep yolculuk var. İçsel bir
yolculuk, her zaman ileri götürecek ama hiç bitmeyecek.. kendimi ve dünyayı
keşfe çıktım, yön, nereye? İşte size “çekmecede duran pusulayı kullanmak” için
büyük fırsat.
Hayatının insanını arama yolculuğu çok
yorucu bir iştir. Sizi bu yoldan çevirmek isteyenler olacak, tuzaklar
kurulacak, yanlış tabelalar karşınıza çıkacak, uykusuzluk bastıracak, karanlık
çökecek, güneş direkt gözünüze vuracak, yorgunluk, mutsuzluk, yalnızlık
krizleri geçireceksiniz, yanlış yola sapacaksınız, yolu uzatacaksınız, boğulur
gibi olacaksınız, fazla oksijenden zihniniz uyuşacak, yüksek dağlar karşınıza
çıkacak, uçurumların kenarından döneceksiniz, o uçurumlara doğru son hızla
giderken son anda fark edip fren yapacaksınız, yanlış arabalara bineceksiniz,
yanlış insanları arabanıza alacaksınız… ne olursa olsun en sonunda, The ONE’a
ulaştığınızda “oh bee” diyeceksiniz. İşte bu yolda yürüyen insan benim için
kutsal insan, işte bu yol benim için kutsal bir yoldur.
Gizem,
Ben bu yolda yürüyorum. Fazlaca bunalmışım
ama umutsuzluğa kapılmayı hiçbir zaman düşünmemişim.
İşte dedim ya, her şey bir noktaya
dayanıyor, işte o nokta, senin The One olacabileğini düşündüğüm noktadır.
Yanılmış olabilir miyim, mümkün. Ama ya
yanılmadıysam?
Bu tarz hayati kararlarda hep düşündüğüm
bir teorim var. Buna hızlandırılmış zaman gösterimi diyoruz. Tam olarak şöyle
çalışıyor. Hayatımızı 10 yıl ileri alıyoruz. Artık 2027’deyiz. Kendi hayatımızı
dışarıdan izliyoruz. Bazı şeyler yaşanmış, hayat değişmiş, teknoloji gelişmiş.
Birisi geliyor, hoş geldin, biz de seni
bekliyorduk diyor. Eğer, sen 2017’de Gizem için yeterince çabayı göstermiş
olsaydın hayatın şu şekilde olacaktı diyor, o ihtimale dair yaşantımı bir
ekranda gösteriyor. Bir şansın daha olsaydı o güne dönebilsen ne yapardın diye
soruyor. Ben de var gücümle mücadele ederdim diyorum. O da diyor ki şans elinde
2017’desin, o halde neden mücadele etmiyorsun? Üzerimden kaynar sular
süzülüyor, zihnim uyuşuyor, farkındalık dünyanın en büyük dağlarının zirvesine
yukarıdan bakıyor, ve benim dudaklarımdan bir cümle dökülüyor. “mutluluk için
mücadele etmeye değer”
Ve yine, tekrar, The One olabilir diye
hissetmeyseydim bunların hiçbiri düşünülmezdi.
Aslında bugüne kadar da iyi geldim. Sabır
nedir daha önce öğrenmiştim, bu süreçte gerçek anlamda nasıl kullanılır onu
uygulamalı olarak tatbik ettim.
“İnsanlar bazı şeylerin olmasını o kadar
çok isterler ki, bazen yapmaları gereken şeyin aslında hiçbir şey yapmamak
olduğunu fark edemezler”
Belirli zamanlarda, yahu neden mesaj
atmıyor diye düşünür, bir şey yapmazdım. İşte size “sabır taşı” olmak için
büyük bir fırsat.
Çok konuşmak istemek ama hiç konuşamamak,
hiç içinden smiley geçmezken smiley koymak gerçekten benim için değişik
sınamalar, şimdiye kadar bunları iyi verdim sanırım.
Bir gece yarısı seninle konuşmaya
başladıktan hemen sonra, aslında daha da önce… sana mesaj atmadan önce senden,
arkadaşlarıma bahsetmiştim. Arkadaşlar derken, biraz daha ötesi, her zaman iç
içe olduğumuz, çok özel insanlar.. onlara senden çok bahsetmiştim. Her
yazdığımı, hangi kelimeler olduğunu bilmeseler de tematik olarak biliyorlar.
Senin reaksiyonlarını, cevaplarını, yaklaşımlarını da.. onlara göre en büyük
sorun benim sanal çizgiler içinde kalmamdı.. ben öyle olduğunu düşünmedim.
Ferman olarak beni, içimi tanımanı istiyordum, seni de biraz tanımayı.. Sonra
zaten ortada Ferman kalmayacaktı. bir yerde bir şeyler doğru gitmedi, ve de bir
şeyler beni Ferman kalmaya itti.
Uzun uzun düşündüm, tahmin ettiğinden daha
çok, bir şekilde belirli bir frekans yakalayamıyorduk. Geniş zamanlar bulup bir
şeylerden bahsedemiyorduk. Acaba neden? Farklı teoriler geliştirmekten kendimi
alamadım,
Fena halde kalbi kırık
Sağlıkla ilgili bir problem var ki
odaklanamıyor – bu durumda öncelik almak imkansızdır-
Ailevi problemler var – bu durumda öncelik
almak imkansıza yakındır-
Erkeklere ilgi duymuyor
Komple yanlış zamanlardayız
Hiçbiri, ve bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin
Cevabın a olmasını istiyordum ama a
olmasından çok çekiniyordum (yine bunu zaten bir yazımda yazmıştım). A olmasını
istiyordum çünkü, diğerleri çevrilemeyecek koşullar ve allah korusunlardan
oluşuyordu, a olmamasını istiyordum çünkü kırık bir kalp…
Cem diyordu ki, başka bir seçenek var, sen
sanal bir karaktersin, bitlerden baytlardan, sanal ortamlarda iletilen
kelimelerden oluşuyorsun, ne bekliyorsun? Üstelik sanal olduğun için kendinden
bahsedemiyorsun, konu açamıyorsun, kısıtlı bir kelime çerçevesinde kalıyorsun.
Cem hep acımasız. Belki de haklıdır.
Sonra bir yerde sen “Gizem’in kalbi çok
kırık, hayat…” diyince, hadi bakalım, test süremiz dolmuştur, şimdi
kalemlerinizi yavaşça bırakın ve kağıtlarınızı arkadan öne doğru iletin.
Klişe mi klasik mi? Hidrojen yanıcıdır,
Oksijen yakıcı, bir araya getir, su.. söndürücü.
Senin kalp kırıklığınla benim sanallığımı
bir araya getir… Belki iki yanıcının bileşimi bu sefer bir yakıcı
oluşturmuştur.
Yine de, her ne olursa olsun, ben
duramadım işte.
Bir yandan, bu sanallıktan kurtulmayı çok
istiyordum, bir yandan bundan geri duruyordum. İşte size “ikilem” kelimesini
kullanmak için büyük bir fırsat.
Normalde bende akış şöyle oluyor. Bir yere
mi gitmen gerekiyor, git. Biriyle mi tanışmak gerekiyor, tanış. Sende böyle
olmuyor.
/şimdi burada küçük bir not düşmem
gerekir. Bu söylediklerim biraz creepy olabilir, zira başkası okusa öyle
yorumlardı. Fakat benim gerçekten iyi niyetli düzgün bir insan olduğuma
inandığını düşündüğüm için yazacağım./
Sonuç itibariyle teknoloji dostumuz. Hangi
hastanede çalıştığın belli. Atla bir uçağa git, hastanenin içinde dolaş,
konuşma, bakma ama oralarda dolaş Ferman diyorum.. olmuyor. Geçen hafta
istanbul’a geldi, e bir kahve içelim de bir zahmet Ferman diyorum – o sırada da
sana bir çok şey söylemek istiyorum ama diyemedim yazıyordum-. Olmuyor. O
cumartesi günü gittim VOI’nin oralarda biraz gezindim, içerde olmanı istemedim.
Umarım gitmiştir çoktan dedim. Çünkü yolda gezinirken sadece yanımdan geçip
gitmeni istiyordum. O zaman belki “evet evet gerçekten bu o!” diye
bağırabilirdim… Olmuyor.
Neden olmuyor? Çünkü o frekans bir türlü
yakalanmıyor.
Bu arada, bunların hepsini normal
karşılıyorum.. Onu da söylemeliyim. Zaten, her şeyi kendi üzerime alıyor, sana
herhangi bir şey yüklemiyorum. Çünkü şunu da biliyorum, bunların hepsi sana
ters de olabilir, belki tamamıyla saçma diye düşünüyorsundur, olabilir. Beni
bir tek “yahu Ferman sen bunları yazıyorsun da, bunlar hiçbir şey ifade
etmiyor, çünkü ben bunların yakınından yöresinden geçmiyorum, haliyle tüm
yazdıkların benim için anlamsız bir hale geliyor” diyor olman beni üzerdi.
Benim tespitlerim/tahminlerim/ yorumlarım
var.
Hikayelerimin sende ilgi uyandırdığını,
bilinç üstünde olmasa bile bilinç altında çok sağlam bir yer edindiğini
biliyorum… Belki aynı bilinçaltı ne garip tipler var da diyordur.
İnsanları hayatına kolay almayan, ama
aldıktan sonra da hiçbir zaman bırakmayan biri olduğunu tahmin ediyorum. Bence
hayatına girenler de katman katman ilerliyorlar, ne hiç açmıyorsun ne de tamaemn
kapatıyorsun kendini, daha çok açıklık için daha çok katmanda ilerlemek
gerekiyor. Böyle olunca ne oluyor, her katmanda farklı bir gizemle
karşılaşıyorsun. En içteki gizem, en kırılgan olan mesela, ve o kadar da
sevecen olan, dışardan nasıl görünürse görünsün, en dış katmanda çizgileri
kalın çekse de, en içtekinin mükemmel bir misafirperver olacağını tahmin
edebiliyorum.
İnsanlara değer verdiğini de düşünüyorum,
hatta bazen belki biraz fazla, o yüzden kendine zaman zaman kızdığına da..
İşte, benim problemim, daha ilk katmanın
Viyana kale surları gibi önüme dikilmesi oldu… Sonrası için sabır gerekti. Bu
yüzdendir ki bir şeylerden bahsetmen için çokça zaman geçmesi gerekti.
Sanallıktan kurtulmak..
Aslında bunu yapmak için istediğim son
hikayeyi yazmak ve paylaşmaktı. Yazdım, ama paylaşmadım. Sonra sonra, bana
kendiliğinden, ben sormadan bir şeyler yazdığı gün paylaşacağım dedim. O gün
gelmedi.. sağlık olsun :)
Son hikayeye ilişkin de bir şeyler
söylemek istiyorum.
Daha önce de söylemiştim. Üç bölüm. 1.
Bölüm seçimler hakkında birkaç söz. Bu bölümde neden seçimlerin, olayların ve
raslantıların benim için önemli olduğunu anlatmıştım.Bir takım teoriler ve
açıklamalar içeriyor ki ikinci bölüme tam bir hazırlık yapmış olayım. İkinci
bölüm, sana kadar olan olaylar zincirini anlatıyor. Benim sana doğru gelişim
bir seri aksiyonların sonucu oldu. O
öyle oldu da bu böyle oldu gibi… Seçimler, raslantılar, benim sana gelişimin
tüm hikayesi, bir yolculuğun tam metni ve pek tabi bu bölümde asıl benin kim
olduğu ve nasıl ortaya çıktığı da ifade edilmiş oluyor.. Üçüncü bölüm en zor ve
en karmaşık bölümdü.Bu bölümün yazılması o kadar uzun sürdü ki.. Konu Ferman’ın
intiharıydı. Ferman’ın hayata veda etmesi ve benin ortaya çıkmasının tematik
ifadesi, gerçek zamanlı bir atlayış, akıldan geçenler vs.. bu bölüm o kadar
ağır geldi ki, o kadar içime dokundu ki, gerçekten kendim, ben olarak hayata
veda ediyormuşum gibi hissettim. İçim karanlıkta kayboldu ve yazmayı bıraktım.
Kendi kendime söz verdim, eğer bir gün bana kendiliğinden yazmış olsaydın ilk 2
bölümü gönderecek, 3. Bölümü sonsuzluğa uğurlayacaktım..
Bu yazdıklarımla beraber, artık 3.
Hikayeyi göndermeyeceğimi söylememe gerek yok sanırım.
Aslında, pratikte bakarsak, artık başka
bir şey göndermeyeceğimi de söylememe gerek yok sanırım.
Evet, kendi kendime de olsa, sana bir vedanın
eşiğindeyim, sanırım birkaç yüz kelimeden az bir mesafe kaldı. Eşikten geçmek
adettendir, içeri girerken kelimeleri kucağınıza alınız ve gözlerinizi karşıya
dikerek yavaşça içeri giriniz. Adımdan hemen önce iyi ki kelimeleri sevmişim
diyebilirsiniz. İşte size “gelenekleri eleştirmek” için büyük bir fırsat.
Hepimiz
büyük kelimeler hapishanesinin birer mahkumuyuz.
Kelimeler demişken hala bana bir kelime
borcun var tabi ki. Mesafeler borçları silmiyor, zaman borçlara hiç etki
etmiyor.
Bazı şeylere nasıl kayıtsız kaldığını da
hiçbir zaman anlamadım. Örneğin bu bana kelime borcun olması konusu. Evet
demiştim bak güzel bir şey yakaladım. Ama sen sonrasında insanın borcu kelime
olunca bir şey diyemiyor diyince yakaladığım şey kaçtı. Belki zaten sadece bir
gün ömrü vardı. Ya da cüzdan olayı, o yazının içinde onu özellikle
vurgulamıştım ki buldun mu diye sorarsan en azından birkaç cümle fazladan sarf
edilebilirdi. Hayır o da olmadı. “Sana dönemedim, merhaba demeyi unutan gizem”
deme, unutmamıştır, sadece o günlerde kelimeler gelmemiştir.. Her beklenen
gelmiyor, ve bekleyenler her bahar yeniden umut ediyor. İşte size “baharın
değerini anlamak” için büyük bir fırsat.
Yolculuklar insanı çok değiştirir. Ne
kadar değiştiği ne kadar yol gittiğinden tamamen bağımsızdır.
Yıllar önce, Cem’le beraber istanbul
sınırlarında, içi gri, dışı yeşil otobüslerle semt değiştirmece oynuyorduk. Ona
çok anlattım sıkıntımı, sıkıldıkça anlattım, anlattıkça o benden daha çok
sıkıldı, otobüs doldu biz daha çok sıkıştık, sıkıştıkça insanlarla yakınlaştık,
sıkıntılarımız hepten arttı. Dedim ki, bu nedir böyle, en çok ben mi çekiyorum.
“Hani geçen gün dedin ya, bilmem ne şarkısı sanki benim durumuma yazılmış, işte
buna sevin, en az bir kişi daha hayatta senin yaşadıklarını yaşamış, o kadar da
kötü değilsin”. Sevindim mi, üzüldüm mü bilmiyorum. Hepimiz acılarımızın büyük
ve tek olmasını istemiyor muyuz? Haklıydı, dünyada hep benzer şeyler
yaşanıyordu ve başkaları bunu belki bizden daha iyi ifade ediyordu. Belki bu
yüzden Nazım’ları, Özdemir’leri, Oğuzcuğum Atay’ları, Kafka ve Kundera’ları,
Müzeyyenleri ve Erkan’ları, Mevlana ve Siddharta’ları bu kadar seviyoruzdur..
Aynı şiiri defalarca kez, her gün, her ay,
her yıl okuyabilirsin. Her okuduğunda farklı şeyler alabilir, başka bir yerinde
kendini bulabilirsin. Yıllardır bildiğim bir şiirde, geçtiğimiz günlerde,
kendimi çok farklı bir yerde görmem gibi.. Küçük İskender’den geliyor:
“Küçücük bir
ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini
kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına.
Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne
istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir
yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki.”
Ferman’dan gidiyor. Yine ondan geliyor,
“Bir
başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için
uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi.
Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme
yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla
geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum
aslında. Artniyetsizim. İnan,”
Yine Ferman’dan gidiyor.
Bunları anında sana göndermek istedim,
sonra bir “görüldü” ifadesi ile boşlukta kaybolacak ve etrafı bir sessizlik
kaplayacak diye…
Bitler ve baytlar olarak geldim, yine aynı
şekilde gidiyorum. Arkamdan lütfen kapıyı yavaşça kapatınız. Fazla ses
çıkmasın, komşular uyuyor. Bir daha taşındığımda kendime uyumayan komşular
seçeceğim. İnsanın canı istediğinde kapıyı vurup gitme özgürlüğü olmalı. Neyse
ki içimde en ufak bir kızgınlık yok.
Kapıyı açtın. İsteseydin daha ilk dakikada
engellerdin beni, ikinci günde sıkılıp bırakırdın, beşinci günde küfürler
ederdin, on dördüncü günde cevap vermeyi bırakırdın, yetmiş beşinci günde
acayip şeylerle kafamı bulandırırdın.. hiçbirini yapmadın. Hep sevecen
davrandın, hep saygılı ve nazik davrandın, neden bilmiyorum ama bu beni mutlu
ediyor.
İnsanlığın en büyük lanetlerinden biri
ellerinin zihninden yavaş çalışması. Bu konuda bildiğim bir hikaye yok ama
belki bir gün yazarım. Şimdi bir adet zihin alalım ve bunu her yanı kapalı bir
odanın ortasına bırakalım. Bu özel odada zihin serbest bir şekilde uçuşacak,
çok kısa zaman dilimlerinde o duvardan bu duvara çarpa çarpa var olma
mücadelesi verecektir. İşte yazarken zihnim tam olarak buna dönüşüyor. Sonra
diyorlar ki neden böyle şeyler yazıyorsun? Çünkü ben tam olarak böyle yazmayı
seviyorum.
Yıllardır yazmamıştım. Elime ne kalem ne
de klavye almamıştım. Seninle beraber tekrar yazmaya başladım. Bu bana yapılmış
en büyük iyiliklerden biri olabilir. Nasıl teşekkür ederim bilemiyorum. Fark ettim
ki ben senin için yazdığımda güzel yazıyorum.. ehm, hiç de fena değil ha?
Eğer bir gün kitapçının birinde kitapçının
birinde, Ferman Özben tarafından yazılmış bir kitap görürsen hemen aç ve ilk
sayfaya bak.. adının geçtiğini göreceksin. Belki o zaman bir teşekkür etmiş olurum..
Yazmak dünyayı dolaşmak için tek yön bilet
almak gibi. Nereden ve ne zaman döneceğini bilmiyorsun. İşte size “dünyayı
dolaştığını hayal etmek” için büyük bir fırsat.
Yazarken insan aslında kaygılar gütmüyor,
ama nasıl etkileri olacağını da merak etmeden duramıyor. Polisiye yazarken –eğer
ticari kaygınız yoksa- okuyucunun ne düşüneceğine odaklanmazsınız ama içten içe
de kalp atışları hızlansın, merak etsin, kendini labirentin içinde bulsun
istersiniz. İşte ben de yazarken senden hiçbir şey beklemiyorum, ama içten içe
bazı kelimelere aklın takılsın, bazı yerlerde yakınlık hisset, yalnızlığına bir
çare bul, bir bölümde duygulan, bir parça “vay be” de istiyorum. Ama içten içe.
Zaten dıştan dışa olsaydı, böyle kaygılarım olsaydı, bu yazdıklarım sana samimi
gelmeyecekti.
Dünyada olan bir çok şeyin neden olduğunu
bilmiyorum ama nasıl işlediğini iyi biliyorum. Mıknatıs neden plastiği çekmez,
kutup ayıları neden yalnızca kutuplardadır, güneş batarken neden kızıllaşır,babam
böyle pasta yapmayı nasıl öğrendi, gizem nasıl bu kadar kayıtsız kaldı?
Dedim ya, seninle konuşurken, hep
yazdıklarım şiirselleşiyor, ister istemez anlamlı olsun istiyorum bütün
kelimelerim.. neden böyle oluyor? Aslında ben baya keyifli biriyimdir, kime
sorarsan eğlenceli, hoşsohbet ve çoğu zaman enerjik olduğumu söyleyecektir.
Kelimelerle kısıtlı kalınca bunlar ortaya dökülmedi tabi ki, oturup biraz
sohbet etmiş olsaydık, belki o zaman sen de buna kanaat getirebilirdin.
Neyse..
Her şeyin dayandığı noktaya geri dönelim
mi?
#flashback
İşte dedim ya, her şey bir noktaya
dayanıyor, işte o nokta, senin The One olacabileğini düşündüğüm noktadır.
#flashback end
Konuşabildiğimiz kısıtlı zamanlarda öyle
bir şey söyledin ki.
#alıntı
+Hissetmeyi istemek diye bir şey de var
bence
-dusun dusun oldum.bence de var. ama
istersen hissetmezsin ki, yanılgıya kapılır insan. hissedermiscesine olur. peki insan hissetme ve istediği için
hissettiğini sandığı ayrımını yapabilir mi? karmaşık oldu ama düşünmeye sevk
ettin :)
+ Sorunu sevdim ama bence bu ayrıma
varamıyoruz. Yanılgılarda yasıyoruz bir miktar
-çok dogru. işte tam bu yüzden..
"hissettim ve yanıldım" ve "yanılmadım çünkü ben hissetmeyi
istemiştim.. " tespitlerini
yapamıyoruz. bu da dediğin gibi yanilgilarla yaşamamızı ve bunu fark
etmememizi sağlıyor. kahrolsun bagzi yanılgılar:) yanılgıdan çekinmektense hissettiğim her şey için
olmazsa yanıldım demeye karar verdim.. insanlık için en iyisi bu :)
#alıntı sonu
Hissetmeyi istemek diye bir şey var dedin
ya… eğer bunu daha önce yazılarımda yer verdiğim “ her şey yalnızca bir anlık bir şey
hissetmeme dayanıyor” lafını aklına getirip buna atfen söylediysen ayakta
alkışlarım, önümü ilikler, duyduğum büyük saygıyla beraber hayranlığım artar.
Evet, belki ben o anda onu hissetmeyi çok istedim, ama ben yanılgıdan
çekinmekse, yanılmış olabilirim demeyi seçiyorum. Her şeyin dayandığı o anda
ben hiçbir şey hissetmeyi istemedim Gizem. Belki de sadece yanıldım. Ya
yanılmadıysam?
Yine çok karmaşıklaştım.
Hafiflemek gerekir. Bazı kuşlar yaratılışı
gereği gökte süzülemiyor. İnsanların çoğu sırtında dünyayı taşıdıkları için uçamıyor.
Sana anlatacağım daha çok şey vardı. Geniş
zamanları bulamadık.
Sanırım ya çok daha erken, ya da çok daha
geç tanışacaktık.
Topyekün yanlış zamanları yakalamış
olabiliriz.
Hikayemiz bitsin miydi? Bitsin ki yenileri
mi başlasındı?
Kendimle çelişiyor muyum diye düşünüyorum,
düşünüp içinden çıkamıyorum. Çaba göstermek için yemin etmedim ama etmiş gibi
davrandım. Sanki bu yoldan hiç vazgeçmeyecekmişim gibi, her durumda, her anda,
vardır illa ki bir şey diyip durdum. Bir anlık his bizi nereye götürür? Elbette
buraya getirir, ama burası neresidir?
Bir araba çalışmadığında kaç kez yeninden anahtarı çevirir, ne zaman
olmayacak galiba dersin? Çıkmayacağını bilerek ama hep içinde bir umut
taşıyarak kaç kez piyango bileti alırsın? Elektriklerin kesik olduğuna kanaat
getirmek için kaç kez ışıkları açıp kapatırsın? Benim bu ısrarımın da bir sonu
olmalıydı. Sonu gelmeli ki başka hikayeler yazılabilsin. Bazen yeni şeylerin
inşa edilmesi için eski binaların yıkılması gerekir.
Yalan yok, biraz üzülüyorum da böyle
olmasına. Her ne kadar yolun sonu pek aydınlık olmasa da, her ne kadar araya
yollar ve yıllar girse de, ki yolları ipek halılarla kaplayabilirdik, bir
şekilde sana bir şeyler yazmak ve senin okuduğunu bilmek mutlu ediyordu beni. Mutlu
demeyelim, memnun ediyordu. Olsun. İşte
size “aslında gerçekten öyle olmasını istemiyorum ama ben yine de olsun
diyeceğim” demek için büyük bir fırsat.
Kelimerler..
Seçimi zor kelimelerin. Hangi durumda
hangisi kullanılacak, acaba o kelime anlatmaya yeterli olacak mı, yoksa fazla
mı gelecek, acaba bu durum için bir kelime bulsam nasıl bir şey olurdu,
kelimelerin rengi var mıdır, peki ya kokusu? Bilmem, bilmek de istemem. Bu
kadar güç bir insan için çok fazla.
Tüm bu olanlar için güzel bir kelime var
zihnimde.. devrim. Gizem’li zamanlar benim kişisel devrimimdir. Toplum olmak
için bir çoğulluktan bahsetmek gerekir. En az iki kişi olmadı, devrimi toplumsallaştıramadık.
Kelimeler tükettikçe tükeniyoruz,
bu yüzden tam bu noktada, tükenmeye bir
son veriyoruz. İşte size “kendinizi tüketmek”ten vaz geçmek için büyük bir
fırsat.
Sevgilerimle,
F.